Hayatın bir tır gibi gelip geçtiğini sanırsın üstünden. Tonlarca demir yığınının altında, umutsuzca yaşamayı dilersin.
Oysa, ne bedenini taşıyacak bacakların sağlam kalmıştır yaşasan bile, ne de yeniden başlayacak bir özgüven vardır içinde. Cesaretin de, vücudun gibi kırıklar içindedir. Ruhundaki ezilmenin, herhangi bir tedaviye yanıt vereceği bile şüphelidir.
Kim bilir kaçıncı raundunda, ama işte tuş etmiştir hayat seni sonunda. Şu an, sırtın yerde bakarken tepe taklak maziye, hiçbir önemi kalmadığını görürsün yengilerinin. Geçmiş, çoktan kaybolmuştur karanlıklar içinde ve şimdidir aslolan, evrende.
Ne kadar direnirsen diren, önünde sonunda yere serilmişsen, tamamdır. Yıkılmışsındır işte, yenilmişsindir düpedüz. Nasıl dövüştüğün kimin umurunda, mühim olan netice...
Acıyarak bakarsın, kaybedenlere özgü zayıflığına. Her gün, kırık bir kibirle başını çevirerek önünden geçtiğin yaşlı udi gelir gözlerinin önüne.
Bir zamanlar zengin sofralara neşe katan bir çalgının, kaldırım taşlarındaki sefaleti gibidir, sefaletin. Yerlerde sürünmektedir, yıllar yılı toz kondurmadığın asaletin...
Issız bir tren istasyonunda unutulmuş, cebinde tek gidişlik bir tren biletinden başka bir şeyi bulunmayan çaresiz bir yolcusundur, yolunu şaşıran. Terk edilmiş bir çocuk gibi, ağır bir kahırla dolar için...
İşte, en çok şefkate ihtiyaç duyduğun zamandır, o an. Saçlarını okşayıp, elini sımsıcak tutacak “yapabilirsin” diyerek gözlerine bakacak. Sonra susup, sarılacak...
Ancak, bir başkasının ısısıyla eriyecek bir buzula sıkışmış gibi hissedersin kendini. O tutmadıkça elinden, sonsuza kadar kalkamayacağını bilirsin mıhlanıp kaldığın yerden.
Burnunun ucunda o en bilindik sızıyla, kanar gibi yaşlar süzülür gözlerinden. Yıllar içinde gün be gün kazdığın çukurun içine, hangi yanlış adımların sürüklediğini bedenini, sorgular durursun beyninde ha bire.
Kim bilir, kaçıncı kez kızarsın kendine. Kaçıncı sunturlu küfürü savurursun kim bilir, adam gibi yaşamayı bir türlü beceremeyen benliğine...
Tam da şimdi, tam da üstünden geçen tonlarca demir yüklü tır’ın altında ezilip kaldığın yerde, gündüzün geceye karıştığı bir zaman diliminde, iliklerine kadar üşürsün çırılçıplak yalnızlığını görünce.
Ne tek bir ses, ne nefes.
Ellerin boşlukta, bakışların umutsuz bir yokluğa kaymakta. Etrafındaki ışık, her saniye biraz daha solmakta...
Sen, tepe taklak olmuş dünyanda ve bir başına, yaşamın henüz son bulmadığını işaret edecek bir kanat çırpışına kulak kabartmaktasın.
O kuş, bir görünse... |